Resûller dışında bir kimse vahiy alabilir mi? Muhammed peygamberimiz Kuran haricinde dinde kaynak olacak vahiy aldı mı?

Biraz uzun bir makale oldu; ancak keyifle okuyacağınızı düşünüyorum.

Öncelikle vahiy kelimesinin fiil anlamına bakalım;  

Vahyetmek (وحي) kelimesi sözlük anlamı olarak ilham vermek (inspire), ilham yolu ile bildirmek ve ortaya çıkmak (reveal) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 1238 (of 1303)

Baştan hemen açıklayalım ki ayetleri daha iyi anlayalım. Yüce Allah’ın vahyetmesi sonsuz olan kendi bilgisinden az bir bilginin yaratılmış olan canlı ya da cansız; akıllı ya da akılsız; bilinçli ya da bilinçsiz bir varlığa çeşitli mekanizmalarla aktarılması demektir. Çeşitli mekanizmalar diyorum çünkü Kuran incelendiğinde bilginin farklı mekanizmalar ile tecelli ettiğini görmekteyiz.

Delillerimizi sunalım;

Her bir göğe işinin vahyedilmesi;

Yüce Allah 41:12 ayetinde şu şekilde buyurmuştur.

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

4228|41|12|فَقَضَىٰهُنَّ سَبْعَ سَمَٰوَاتٍ فِى يَوْمَيْنِ وَأَوْحَىٰ فِى كُلِّ سَمَآءٍ أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا ٱلسَّمَآءَ ٱلدُّنْيَا بِمَصَٰبِيحَ وَحِفْظًا ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ ٱلْعَزِيزِ ٱلْعَلِيمِ

Fe kadahunne seb'a semavatin fi yevmeyni ve evha fi kulli semain emreha ve zeyyennes semaed dunya bi mesabiha ve hıfza, zalike takdirul azizil alim.

Böylece onları iki günde yedi gök (çoklu gök-Güneş sistemindeki gezegenlerin gökleri+heliyosfer) olarak tamamladı. Ve her göğe işini vahyetti. Ve dünya göğünü parlaklıklar-ışıklarla süsleyip donattık ve koruduk. İşte bu, Mutlak Üstün Olan ve Her Şeyi Bilen'in takdiridir.

41:12 ayetinde Güneş sisteminin 2 günde oluşması anlatılmaktadır. Güneş sistemindeki gezegenlerin göklerine (atmosferlerine) ve heliyosfere bilgi (hangi atomun ne yapacağı, nerede ve ne zaman bulunacağı, başka hangi atomlar ile kovalent bağ kuracağı gibi muazzam boyutta bilgi-veri) aktarılarak onların Yüce Allah’ın dilediği gibi şekillenmesi sağlanıyor. Bu bilgi aktarımı vahyetmektir.

Bu bilgi akışı nasıl oluyor ve nereden geliyor?

Bilgi Levh-i Mahfuz’dan geliyor. Evrenimizi bir üst boyuttan saran bu iki boyutlu (2D) zar evrenin geçmiş ve gelecek tüm üç boyutlu (3D) bilgisini saklamaktadır. Korunmuştur. Üst boyutta olan bu zardan gelen bilgi ile evren ışık hızında bir 3D yazıcı gibi canlanır.

levhi mahfuz holografik evren

Gelen bilgi ile evreni oluşturan ise sicimlerdir. Bu sicimlere ruh aracılığı ile gelen bilgi sicimlerin belirli frekanslarda titreşmesine neden olur. Farklı titreşen sicimler farklı atom altı parçacıkları oluşturur. Bu atom altı parçacıklar da atomları oluşturur. Tüm atomlar da evreni oluşturur. Işık bile sicimlerin titreşimi ile oluşur. Benzetme olarak; evrenin yaklaşık 10-35 metre uzunlukta titreşen ve titreştiğinde belirli bir notada ses çıkaran yapılardan oluştuğunu düşünebiliriz. Nota bilgileri 2D zardan geliyor. Bilgiyi alan sicim titreşiyor. Notayı (bilgiyi) sese çeviriyor. Farklı sesler farklı atom altı parçacıkları oluşturuyor. Hatta bazı farklı sesler yerçekimini ve fotonları oluşturuyor.

Aşağıdaki makalelerden sicimler ile ilgili bilgi alabilirsiniz;

Aşağıdaki resimde sicimlerin farklı tireşimleri ile oluşan atom altı parçacıklar gösterilmiştir.

sicim teorisi ve kuran 31 temel parcacik

Aşağıdaki resimde ise evrenin tamamını oluşturan toplam 31 adet atom altı parçacık gösterilmiştir. Rahman suresinde bu 31 adet yapıtaşına da bir işaret vardır.

siz ikiniz rabbinizin hangi nimetlerini yalanliyorsunuz rahman suresi 31 tekrar 31 temel parcacik 31 elementary particles

Yüce Allah gezegenlerin göklerine (atmosferlere) ve heliyosfere vahyetti (bilgi aktardı). Yani oradaki sicimlere nasıl titreşmeleri gerektiğini Levh-i Mahfuz’daki bilgiden gönderdi. Zaten Yüce Allah’ın bu bilgiyi vahyedeceği bile daha önceden Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır. Yüce Allah galaksimizdeki bir dumandan (gaz ve toz bulutu) Güneş sistemini oluşturmak istemiş ve gerekli tüm bilgileri bu 2D zara önceden yüklemiştir.   

Bu noktada net olarak anlarız ki gezegenlerin gökleri gibi evrenin kendisi de vahiyle oluşmuştur. Yüce Allah evreni nasıl yapmak istedi ise o bilgiyi evrendeki tüm sicimlere vermiştir. Evren de bu bilgi ile yapacağı şeyi bilmiştir. Ancak atmosferin vahiy alması onun aklının olduğu anlamında gelmez. Yüce Allah’ın verdiği bilgi ile Yüce Allah’ın istediği şeyi yapar. Başka bir seçenek asla yoktur.

Arılara vahyedilmesi;

Yüce Allah 16:68 âyetinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Âyet No|Sure No|Âyet No|Âyet

Arapça okunuş

Meal

1967|16|68|وَأَوْحَىٰ رَبُّكَ إِلَى ٱلنَّحْلِ أَنِ ٱتَّخِذِى مِنَ ٱلْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ ٱلشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ

Ve evha rabbuke ile n-nahli en ittehızi minel cibali buyuten ve mineş şeceri ve mimma ya'rişun.

Ve vahyetti Rabbin bal arısına ki “edin evler dağlarda ve ağaçlarda ve yuva olarak inşa ettikleri şeylerde.”

Aynı durum 16:68 ayetinde de geçerlidir. Levh-i Mahfuz’dan gelen bilgi ile titreşen sicimler arının DNA’sını oluşturan tüm atomları oluşturmuştur. DNA dizilimi de elbette vahyedilmiştir. Yumurtada gelişen embriyo arının hücreleri DNA’daki bilgiyi okuyarak ve kopyalayarak arının tüm vücut organlarını geliştirir. Beyin sinir hücreleri ve birbirleri arasında kurdukları sinir ağı da DNA’dan okunan bilgiler ile yapılandırılır. İçgüdüsel olarak arının dağlarda, ağaçlarda ve insanların hazırladıkları şeylerde yuva yapma içgüdüsü beyin hücrelerinin birbirleri ile yaptığı ağın özelliğinden gelmektedir.

16:69 ayetinde ‘Sonra ye tüm meyvelerden-ürünlerden ve takip et-izle yollarını Rabbinin uysalca.’ buyrulmaktadır. Arıların beyin sinir hücreleri ve sinir ağı onların Güneş’e göre yol bulmalarına imkan vermektedir. Ayrıca dans ederek yiyeceklerin tam olarak pozisyonunu başka arılara aktarabilmektedirler. Bunlar arının beyin hücrelerinin birbirleri ile yaptığı ağ ile olur. Bu da elbette DNA’daki bilginin okunması ile olur. Arının yediklerinden bal yapabilmesi de midesindeki hücreler sayesinde olur. Bu hücreler arının karnına bazı sindirici enzimleri salgılarlar. Polenleri bal şekerine çevirirler. Hangi enzimi salgılayacağını arı elbette bilmez. Ancak Yüce Allah ona vahyetmiştir. Yani gerekli bilgiyi sicim-atom altı parçacıklar-atom silsilesi ile vermiştir. Levh-i Mahfuz’daki bilgi arının evrimleşme sürecindeki tüm bilgileri sağlar. Levhi-i Mahfuz’dan gelen bilgi ile sicimler titreşir; farklı atomlar oluşur, bu atomlar DNA’yı oluşturur. DNA’nın içindeki bilgi ile hangi hücrenin hangi sindirim enzimlerini salgılayacağı bellidir.

Kesin ve net olarak anlıyoruz ki vahyetmek Yüce Allah’ın bilgilendirmesi demektir.

Yere (Yeryüzüne-Dünya gezegenine) vahyedilmesi;

Yüce Allah aşağıdaki âyetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Âyet No|Sure No|Âyet No|Âyet

Arapça okunuş

Meal

6137|99|1|إِذَا زُلْزِلَتِ ٱلْأَرْضُ زِلْزَالَهَا

İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ.

Yer sarsıntısıyla sarsıldığı zaman.

6138|99|2|وَأَخْرَجَتِ ٱلْأَرْضُ أَثْقَالَهَا

Ve ahrecetil ardu eskâlehâ.

Ve meydana çıkarır yer ağırlıklarını.

6139|99|3|وَقَالَ ٱلْإِنسَٰنُ مَا لَهَا

Ve kâlel insânu mâ lehâ.

Ve dedi insan: “Ne oluyor ona?”

6140|99|4|يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا

Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.

O gün bildirir/söyler (yer) haberlerini.

6141|99|5|بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَىٰ لَهَا

Bi enne rabbeke ehvâlehâ.

Çünkü Rabbin vahyetti ona (yere).

99:1-5 ayetlerinde yeryüzünün (Dünya gezegeninin) evrenin düzeninin bozulmaya başladığı dönemde yani kıyametin belirtilerinin başladığı bir dönemdeki durumu anlatılmaktadır. Evrenin yırtılması ile birlikte tüm evrende çok şiddetli yerçekimi dalgaları yoğun bir şekilde yayılacaktır. Bu dalgalar yeryüzünün ağırlığını oluşturan demir çekirdeği de etkileyecektir. Böylece çok şiddetli sarsıntılar oluşacaktır. Bu dönemde yeryüzünün bir ağzı olacak ve oradan konuşacak elbette değildir. İnsanlar geliştirdikleri bilim ile yeryüzünün kendilerine sunduğu bilgileri-verileri inceleyerek yeryüzünün başına gelenleri anlamaya çalışacaklardır. Yeryüzünün Yüce Allah’ın kendisine vahyettiği bilgiyi insanlara haber olarak bildirdiğini net bir şekilde anlıyoruz. Muhtemeldir ki gelecekte sismik araştırmalar çok gelişecektir. Yeryüzünün demir çekirdeğindeki değişimleri muhtemelen insanlar geliştirdikleri aletler ile ölçebileceklerdir. Yüce Allah yere (yeryüzüne) sahip olduğu bilgilerini/haberlerini sunması için gerekli mekanizmaları da sağlamış oluyor. Yer elbette akıllı bir varlık değil. Ancak tabi olduğu fizik kurallarını takip ederek onun yaşadığı süreci anlamak mümkün olacaktır.

Meleklere vahyedilmesi;

Yüce Allah 8:12 âyetinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

1172|8|12|إِذْ يُوحِى رَبُّكَ إِلَى ٱلْمَلَٰٓئِكَةِ أَنِّى مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا۟ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ سَأُلْقِى فِى قُلُوبِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ ٱلرُّعْبَ فَٱضْرِبُوا۟ فَوْقَ ٱلْأَعْنَاقِ وَٱضْرِبُوا۟ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ

İz yûhî rabbuke ilâl melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, se ulkî fî kulûbillezîne keferûr ru'be fadribû fevkal a'nâkı vadribû minhum kulle benân.

Rabbin vahyetti o vakit meleklere: “Şüphesiz ben sizlerleyim; öyleyse sabitleyin inanan kimseleri; salacağım dehşetli korku kalpleri içine kâfir (örten-gizleyen) kimselerin”; o durumda vurun boyunlar üstüne ve vurun onların her parmak uçlarına.

8:12 ayetinde de durum aynıdır. Yüce Allah’ın bilgisini alan kalp ve beyindeki kimyasallar Yüce Allah’ın dilediğini yerine getirmektedir. Kalpten iman etmiş olan bir kimsenin kalbindeki ve beynindeki kimyasallar onu çok dirençli ve dayanıklı yapar. İmanı ile savaştığı için, tam olarak inandığı bir şey için savaştığından korkusuz ve cesaretli olur.

Kâfirlerde ise durum tam terstir. Yüce Allah’ın bilgisiyle kalpteki ve beyindeki kimyasallar bu kez kişinin aleyhinde çalışır. İmansız bir kişinin beynindeki kimyasallar onu dehşete düşürür. Panikler, korkar, cesareti kırılır, savaşamaz.

Musa peygamberin annesine vahyedilmesi;

Yüce Allah 28:7 âyetinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

3257|28|7|وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰٓ أُمِّ مُوسَىٰٓ أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِى ٱلْيَمِّ وَلَا تَخَافِى وَلَا تَحْزَنِىٓ إِنَّا رَآدُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ

Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdıîhi, fe izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fîl yemmi ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câılûhu minel murselîn.

Ve vahyettik Musa'nın annesine ki “emzir onu; öyle ki o vakit korktun onun hakkında; o durumda bırak onu büyük nehre; ve korkma; ve hüzünlenme; doğrusu biziz geri döndürücüler onu sana; ve yapıcılar onu gönderilenlerden”

28:7 ayeti bize büyük işaretler sunuyor. Açık ve net ki Musa peygamberin annesine Yüce Allah bir bilgi gönderiyor. Hatta bu bilgi gelecekten bir bilgi. Musa peygamberin gelecekte bir resûl olacağını, annesine geri döneceği bilgisini Yüce Allah bu kadının kalp ve beyindeki sinir hücrelerine aktarıyor. Sinir hücreleri de diğer hücreler gibi Yüce Allah’ın kendisine vahyettiği bilgi ile yeni ağlar ve yeni kimyasallar üretiyor. Görevlerini yapıyorlar. Nasıl ki arının beyin hücreleri evler yapmasını sağlıyor, mide hücreleri bal yapmasını sağlıyor; insanın kalp ve beyinde bulunan sinir hücreleri de anlamayı/kavramayı sağlıyor. Bu sinir hücreleri bizi biz yapıyor. Hafızamız da bu sinir hücrelerinden oluşuyor. Demek ki Yüce Allah henüz bilemeyeceğimiz bir yöntem ile (belki de rüya da göstererek) Musa peygamberin annesine bu bilgileri aktardı.

Musa peygamberin annesinin vahiy alması onu nebi veya resûl yapmamıştır. Kuran’a göre bu kadın bir resûl değildir. Çünkü Kuran’da o bölgeye gönderilen peygamberlerin isimleri zikredilmiştir. Hatta 19 mucizesi bizlere peygamberlerin kimler olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Açık ve net olarak anlıyoruz ki Yüce Allah nebi ve resûller dışındaki kimselere de vahyetmiştir; bilgi aktarmıştır.

Havarilere vahyedilmesi;

Yüce Allah 5:111 ayetinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

780|5|111|وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى ٱلْحَوَارِيِّۦنَ أَنْ ءَامِنُوا۟ بِى وَبِرَسُولِى قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا وَٱشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ

Ve iz evhaytu ile l-havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi ennenâ muslimûn.

Ve o vakit vahyettim havarilere ki inansınlar bana ve resûlüme; dediler: “İnandık; ve tanık ol/şahit ol; doğrusu biz Müslümanlarız”

l-havâriyyîne’ kelimesi çoğuldur. Havariler demektir. 3 veya daha fazla insanın mevcut olduğunu işaret eder. Anlaşılır ki bu kimseler nebi veya resûl kesinlikle değildir. Çünkü ayette resûle inanmaları için vahiy alıyorlar. Yukarıda incelediğimiz gibi bu kimseler Yüce Allah’tan özel bilgi almışlardır. Aldıkları bu bilgi ile resûle ve Yüce Allah’a iman etmişler ve Müslümanlardan olmuşlardır. 

Açık ve net ki nebi veya resûl olmayan kimseler de vahiy alabilmektedir. Elbette Yüce Allah’ın vahiy göndereceği (özel bilgi vereceği) kişinin bunu hak eden bir kimse olması gereklidir.

Bu nokta çok önemli; Musa peygamberin annesi vahiy aldı, havariler de vahiy aldı; ancak o aldıkları vahiyler dini hüküm içermiyordu. Aldıkları vahiyle insanlara dini hükümler tebliğ etmediler.

Demek ki vahiy sadece dini hükümler için verilmiyor. Kişilere özel bilgiler de Yüce Allah tarafından vahyedilebiliyor.   

Kuran’ın vahyedilmesi;

Elbette Kuran da Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır. Buradan peygamberimizin beyin ve kalp sinir hücrelerine vahyedilerek bilgi kimyasallara dönüşmüştür. Peygamberimize Kuran ayetleri bilgisi Levh-i Mahfuz’dan vahyedildikçe yani iki boyutlu, evrenimizi bir üst boyuttan zardan bilgi geldikçe hücre içinde ve sinirler arası ağdaki kimyasallar sayesinde ayetleri direkt olarak bilmiş ve asla unutmamıştır. Bunu da insanlara okumuştur.

Muhammed peygamber Kuran haricinde vahiy almış mıdır?

Artık bunun cevabını kolayca verebiliriz. Yüce Allah nebi veya resûl olmayan insanlara bile bilgi akışı sağladığına göre yani vahyettiğine göre mutlak ki resûllerine de bilgi aktarmıştır. Ancak şu nokta çok çok önemlidir. Resûllerine vahyettiği her şey insanlar için dini hüküm içeren bilgiler olmak zorunda değildir. Resûllerin kendi hayatlarında yaşadıkları konularda, kendi içlerindeki konularda Yüce Allah kendilerine vahiy yoluyla özel bilgi sağlamış olabilir. Geçmişten veya gelecekten. Buna örnek olarak şu verilebilir;

66:3 ayetinden Muhammed peygamberin eşleri ile ilgili bir olayda Yüce Allah’ın kendisine özel bilgiler gönderdiği yani özel olarak vahyettiği bazı konuların olduğunu anlıyoruz. Bu özel vahiy Kuran’da olması gerekseydi, dini bir hükmü olsaydı Muhammed peygamberin bunu mutlaka Kuran’a koyması gerekirdi. Kuran ayeti olarak okuması gerekirdi. Ancak okumadı. Yüce Allah ona özel bir bilgiyi bildirdi. Ancak Kuran ayeti olarak değil. Muhammed peygambere savaşlarda galip gelecekleri ile ilgili bilgi de verilmiş/vahyedilmiş olabilir. Ancak bu ona özel bir vahiydir. Dini bir hüküm içermez. Dini hükümler içeren vahiyler mutlaka Kuran’a girmiş olmalıdır. Muhammed peygamberin Kuran’dan başka dinde hüküm olacak bilgiler aldığını ve bunu Kuran ayetleri olarak okumadığını yani Kuran’a koymadığını söylemek, düşünmek büyük bir iftiradır. Bunu kabul etmek imkansızdır. Muhammed peygamber dinde hüküm içeren, tüm insanları ilgilendiren bu vahiyleri Kuran’dan atmış mı oluyor? Mümkün değildir. Resûlün görevi Yüce Allah’ın seçtiği islam dini konusunda gönderdiği emir ve yasakları; uyarıları ve müjdeleri; örnek alınacak peygamber kıssalarını Kuran şeklinde insanlara okumaktır. Ne eksik ne fazla. Zaten bu şekilde de olmuştur. Kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.

Aşağıdaki ayet kesindir ki Muhammed peygamber kendisine resûllük görevi kapsamında gelen tüm dini vahyi yani Kuran’ı eksiksiz olarak okumuştur. İçinde tutmamıştır. Kuran’a bu vahiy girmesin de Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace ben öldükten 200 yıl sonra nasıl olsa bu vahyi oradan buradan insanlara sora sora bulurlar ve kitaplarına koyarlar da benim ümmetim de oradan okuyup dinlerini öğrenirler dememiştir. Böyle bir şeyi düşünmek bile akla ziyandır.

İnsanlık için gereken tüm dini bilgiler Kuran’ın içindedir. Kuran yeterlidir. Kuran açıktır. Kuran rahmettir.

Yüce Allah 13:30 ayetinde şu şekilde buyurmuştur.

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

1735|13|30|كَذَٰلِكَ أَرْسَلْنَٰكَ فِىٓ أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهَآ أُمَمٌ لِّتَتْلُوَا۟ عَلَيْهِمُ ٱلَّذِىٓ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِٱلرَّحْمَٰنِ قُلْ هُوَ رَبِّى لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ

Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimu llezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmâni, kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb.

İşte böyledir; gönderdik seni bir ümmet/bir toplum içine; mutlak ki geçti gitti onlardan önce ümmetler/toplumlar; okuman için onlara vahyettiğimizi sana; ve onlar kâfirlik ederler Rahman'a; de ki: “O benim Rabbimdir; yoktur ilah O'nun dışında; O'na tevekkül ettim/dayandım/güvendim ve O'nadır tevbem/dönüşüm”

Kuran=Muhammed peygamber

Muhammed peygamber=Kuran

Kuran=Yüce Allah’ın seçtiği İslam dininin kuralları

Bu kadar net.

Mutlaktır ki Yüce Allah tüm resûlleri ile vahiy aracılığı ile konuşmuştur. Onlara emirler vermiştir. Bilgi aktarmıştır. Ancak bu durum kutsal kitaplar dışında dini hükümler aldıkları anlamına kesinlikle gelmez. Yüce Allah insanlığa iletmek istediği dini hükümleri kitapları aracılığı ile yapar. Zaten de kutsal kitaplara iman şartı 2:285 ayetinde bildirilmiştir.    

Yüce Allah zaten sadece Kuran’a uymamızı emrediyor;

Yüce Allah 39:55, 7:3 ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

4111|39|55|وَٱتَّبِعُوٓا۟ أَحْسَنَ مَآ أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ ٱلْعَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

Vettebiû ahsene mâ unzile ileykum min rabbikum min kabli en ye’tiyekumul azâbu bagteten ve entum lâ teş’urûn.

Ve uyun/tabi olun en güzeline; Rabbinizden size indirilene; önceden ki gelir size azap ansızın; ve sizler farkına varmazsınız.

957|7|3|ٱتَّبِعُوا۟ مَآ أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا۟ مِن دُونِهِۦٓ أَوْلِيَآءَ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ

Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâe, kalîlen mâ tezekkerûn.

Uyun/tabi olun Rabbinizden size indirilene; ve uymayın/tabi olmayın O'nun astından velilere (yakın koruyucu arkadaşlara); öğüt aldığınız ne kadar az.

Ara sonuç olarak;
Ehli sünnete tabi kişilerin dediği; “Kuran’ın dışında Muhammed peygambere dini hükümler içeren vahiyvahyi gayri metluv” gelmiştir” sözü külliyen sapkınlıktır. Peygambere özel olarak gelmiş olan, dini hüküm içermeyen bilgilerin vahyedilebileceği noktasını saptırarak hadis kitaplarına yol açmak tam bir şirktir. Kuran’ı yeterli görmemektir. Korunmuş, Yüce Allah’ta geldiği kesin olan dini hükümler yerine kesin olarak doğruluğu kanıtlanamayan zanna uymaktır.

Dinimiz oyun ve eğlence değildir. Ancak kesin kanıtlar ve deliller üzerine kurulmalıdır.

Bazı kimseleri şunu söyler: “Kuran’a uymayan hadisleri atalım, uyanları alalım.”. Böyle saçmalık olur mu? Din oyun mu? Sonsuz ahiret hayatımızı zan üstüne mi kuralım? Kim karar verecek bir hadisin Kuran’a uygun olduğunu? Bir şeyin orijinali/bozulmamış olanı varken neden kopyasını okuyayım? Ayrıca bazı hadisler Kuran’a uygun gibi gözükse de Yüce Allah’ın Kuran ile bizden istemediği bazı hükümleri dini hüküm olarak getirebilir.

Örnek olarak söylüyorum;

Kuran’a uygun gibi gözüken, masum gibi ancak bizi şirke sokacak bir hadis uyduralım;

Önemli not: Kuran_Mucizeler tarafından uydurulmuş bir hadistir; Kuran'a aykırı olmasa da lütfen inanmayın. Uyduruktur. 

“(İbni-İbni…Ravi zincirleri…) Allah’ın resulüne sordum; “Ya Resûl Allah! Bana bir şey öğret ki cehennemin ateşinden beni korusun”. Allah’ın resûlü dedi ki; “Bir günde 24 saat vardır. Her saat başı ‘Allah’ım sen Zul-Fadlil Azimsin. Bana Zul-Fadlil Azim sıfatınla lütfet; beni cehennemin ateşinden koru” diyen kişiye Allah cehennemin ateşini haram eder.”

Tam olmadı. Bu hadisin uyduruk olduğu anlaşılabilir. Daha güzel bir hadis uyduralım;

“(İbni-İbni…Ravi zincirleri…) Allah’ın resulüne sordum; “Ya Resûl Allah! Bana bir şey öğret ki cehennemin ateşinden beni korusun”. Allah’ın resûlü dedi ki; “Kim ki Cuma namazına gitmek için evden çıktığında ‘Allah’ım sen Zul-Fadlil Azimsin. Bana Zul-Fadlil Azim sıfatınla lütfet; beni cehennemin ateşinden koru” derse o kişiye Allah cehennemin ateşini haram eder.”

Alın size muhteşem bir uyduruk hadis. Kuran’a uygun gibi. Kötü bir şey demiyor ki. Yüce Allah’a dua var. Yakınlaşma var. Ne güzel. Hatta direkt olarak cennete gitmenin kısa yolunu bile veriyor. Güzel bir söz. Muhammed peygamber söylemiş olabilir.

Ancak bu uydurduğum söz aslında büyük bir şirk içeriyor. Bu hadise inanan bir kimse kesinlikle müşrik olur. İyi niyetli gibi de olsa Kuran'ın yanında dinde ek bir hüküm koymuş oldu. Kuran’daki birçok hükmü geçersiz kıldı. Nerede infak etmek? Nerede zekat vermek? Nerede erdemli yaşamak? Nerede rüşvet almamak, rüşvet vermemek? Nerede adalet? Nerede eşitlik? Sorular o kadar fazla artırılabilir ki. Bu hadise inanan bir adam Kuran'ı anlayarak okuyup onun hükümlerini uygulamak yerine bu hadise güvenecek ve hadiste işaret edilenleri yapacak. Yüce Allah'tan kendisini kestirme bir yol ile cennete sokacağını umacak. Ancak ahiret evreninde şok olacak. Çünkü Kuran'a tabi olmadı. Kuran'ın emir ve yasaklarını bırakın uygulamayı öğrenmedi bile. Çünkü Kuran'ı duvarda yüksek bir yere astı.

Yukarıda uydurduğum hadisi peygamberimiz öldükten 200 yıl sonra birileri de uydurmuş olabilirdi. Bunu iyi niyetle veya kötü niyetle yapmış olabilirdi. Bu hadisi de Buhari kitabına almış olabilirdi. Böyle olmadığını kesin bir delille ispat edebilir misiniz ey hadisçiler! Yatacak yeriniz yok. İnsanları kaldırıp arkanıza taktınız. Nereye götürüyorsunuz belli değil. Belli olan bir şey var ki o da insanları Kuran'dan uzaklaştırıyorsunuz. Yaptıklarınızı Yüce Allah size haber verecektir nasıl olsa. Ancak iş işten çoktan geçmiş olacak. 

Benim sözüm ehli sünnet inancı içinde olan temiz kalpli insanlara;

Güzel insanlar! Ne olur aklınızı biraz kullanın. Kimseye inanmayın. Sorgulayın. Korkmayın. Kuran meali okuyun. Karşılaştırmalı okuyun. Hemen karar vermeyin. Dinden çıkarım diye korkmayın. Kuran sizi içinde bulunduğunuz çelişkiden söküp alacaktır. Sadece Kuran dediğinizde uydurulmuş dinden çıktığınızı ve Yüce Allah'ın gerçek İslam dinine girdiğinizi göreceksiniz. İbrahim'in dinine, Muhammedin dinine; inanılmaz bir huzur ve mutlulukla Yüce Allah'a sizi gerçek dinine ulaştırdığı için şükredeceksiniz.       

Yukarıdaki uydurduğum hadis örneğinden de anlarız ki hadislerin iyisi kötüsü olmaz; Kuran’a uygunu, Kuran’a uymayanı olmaz. Hadislerin tamamı reddedilmelidir. Dinde kaynak olarak asla alınmamalıdır.

Muhammed peygamberimiz Kuran hakkında hiç mi konuşmadı?

Bazıları çıkıp şunu diyebilir; “Güzel kardeşim; Muhammed peygamber Kuran'la ilgili hiç mi bir şey demedi? Kuran ayetleri ile ilgili hiç mi konuşmadı? Herkes Kuran'ı yorumlama hakkını kendinde bulurken O hiç mi yorumlamadı?”. 

Mutlaktır ki Muhammed peygamber kendisine inen Kuran ayetleri ile ilgili konuşmuştur; o döneme uygun olarak Kuran ayetlerini yorumlamıştır. O dönemde Kuran’ı bizzat yaşamıştır. Etrafındaki insanlar da inanan kimseler olarak onu örnek almışlardır mutlaka. Ancak Yüce Allah’ın muradının başka bir şey olduğunu görebiliyoruz. Kuran’ın her zamana hitap eden katmanlı yapısının ve esnekliğinin/uyumluluğunun ortaya çıkmasını dilemiş olmalı ki peygamberin o dönemde Kuran’ı nasıl yaşadığını Kuran’da açıklamamış. Haşa Yüce Allah kelime sıkıntısı çekmiş değildir. 200-300 ayet daha eklerdi ve çoğunluğun çok sevdiği aşırı detayları bildirirdi. Örneğin; taharetlenmenin kurallarını (kaç taş kullanmamız gerektiğini) Kuran’a koyardı. Görüyoruz ki Yüce Allah’ın Kuran’ında bu gibi o döneme ait yaşam tarzı bilgileri yok. Gerçekten bu bilgi evrensel olsaydı mutlak ki Kuran’a koyulurdu. Orta çağ dönemindeki yaşam tarzının Kuran'da yer alması Kuran'ı o döneme kilitlerdi. Evrenselliğine, kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlara rahmet olmasına kesilikle negatif etki yapardı. Yüce Allah bizlerden Kuran'ın indiği dönemde Muhammed peygamberin o dönemki şartlara göre yaptığı şeyleri yapmamızı istemiş olsaydı, mutlaktır ki Kuran'da bu bilgiler yer almalıydı. Ancak yer almadı. Muhammed peygamber tüm insanlığa hitap edecek dini hükümler içeren sadece Kuran'ı okudu.

Herkes Kuran'ı kendisi okuyup anlamalıdır. Muhammed peygamber ve arkadaşlarının yaptığı gibi. Yaşam tarzına, yaşam koşullarına esneklik sağlayan Kuran hiçbir zaman bir kişiye bir zorluk oluşturmaz.

Hadislerin bazılarının Muhammed peygamber tarafından gerçekten söylendiğini kabul etsek bile Yüce Allah’ın o döneme ait uygulamaların kıyamete kadar gelişme gösterecek olan insanlık için uygun olmadığını bildiğini, bu nedenle Kuran’ın indiği döneme özgü uygulamaları gerekli olmadığı için Kuran’da bildirmediğini düşünüyorum. İnsalık için gerekli tüm dini hükümlerin de Kuran'da mevcut olduğu ortadadır. 

Kuran’ı mealden okuyan birisi bile hemen görür ki Kuran'daki emir ve yasaklar evrensel doğrulardır. Evrenin her yerinde Kuran geçerlidir. Kuran’da 'taharetlenirken 3 taş ile silin' diye bir ayet olsa bu Kuran’ın evrenselliğine uymaz. Hatta “dişlerinizi misvak ile fırçalayın” bile dese Kuran’ın evrenselliğine gölge düşer. Oysa Kuran evrenlerin yaratıcısındandır. Hükümleri her çağda yaşayacak olan, her koşulda yaşayacak olan insanlaradır. Bu nedenle yaratıcının Kuran’ı katmanlı bir yapıda, esnek ve uyumlu yaptığını görmek mümkündür. Yalan yanlış hadislerin insanlığın gelişmesindeki en büyük problem olduğu da ortadadır. Evrensel olmayan, Kuran'da geçmeyen, 1400 yıl önceki orta çağdaki uygulamaları (o dönem doğru olsa bile) insanlığa dayatmaktadır. O dönemde doğru olan bir şey günümüzde yanlış olabilir.

Muhammed peygamber Kuran’ı 2022 yılınca getirseydi ve Türkiye’de yaşasaydı mutlaktı ki pantolon, gömlek, tişört veya ceket giyecekti. Türkçe konuşacaktı. İçimizden birisi olacaktı. Araplar gibi olmayacaktı. Bu nedenle 1400 yıl önce yapılmış bazı uygulamaları (kılık, kıyafet, saç, sakal vb.) dinin hükmü sanıp onları devam ettirmekte inat etmek Yüce Allah'ın muradına ters olacaktır. 2022 Ekim ayındayız. Modern bir toplumda yaşıyoruz. Teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullanıyoruz. Kuran'ın dini hükümleri çağdaş yaşamla asla çelişmiyor. Bundan 1000 yıl sonra Mars gezegeninde de yaşasak Kuran'ı hükümleri orada da geçerli olacaktır. 

Önemli olan Kuran’ın ne dediğidir. Bu nedenle sadece Kuran demek ve hayatımızı sadece Kuran'a göre yaşamak durumundayız. Asla kopmayacak olan kulp Kuran'dır.

En doğrusunu Allah bilir.