Yüce Allah aşağıdaki ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;
Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet Arapça okunuş Meal |
1126|7|172|وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنۢ بَنِىٓ ءَادَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا۟ بَلَىٰ شَهِدْنَآ أَن تَقُولُوا۟ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَٰفِلِينَ Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîne. Ve o vakit aldı Rabbin Adem çocuklarından; sırtlarından onların zürriyetlerini/nesillerini; ve tanık yaptı onları nefisleri üzerine; ”Değil miyim Rabbiniz?”; dediler: “Evet; tanık olduk.”; dersiniz diye kıyamet/diriliş günü; “Doğrusu biz bunun hakkında gâfil/habersiz idik.” |
1127|7|173|أَوْ تَقُولُوٓا۟ إِنَّمَآ أَشْرَكَ ءَابَآؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّنۢ بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ ٱلْمُبْطِلُونَ Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûne. Ya da dersiniz: “Doğrusu ortak koştu babalarımız daha önceden ve biz olduk bir zürriyet/bir nesil onlardan sonra; öyleyse helak mı edersin bizleri iptal edenlerin/feshedenlerin yaptığından?” |
(ظُهُورِهِمْ) zuhûrihim kelimesi kökü (ظهر) arka-sırt (back), arka taraf (rear) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 683 (of 1303)
(ذُرِّيَّتَهُمْ) zurriyyetehum kelimesi kökü (ذرر) nesil/sülale (progeny), zürriyet-alt soy-döl (descendants), nesil (offspring) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 356 (of 1303)
Yüce Allah’ın izni ile ayetleri açarak incelemeye başlayalım;
“Ve o vakit aldı Rabbin Adem çocuklarından; sırtlarından onların zürriyetlerini/nesillerini;”
7:172 ayetinden anlıyoruz ki Yüce Allah Adem çocuklarının yani insanoğlunun zürriyetini/nesillerini onların sırtlarından almış. Zürriyet demek nesil, alt soy demektir. Zürriyet erkeğin spermi ile kadının yumurtasının döllenmesi sonrası oluşan embriyonun anne rahmine yapışması ile başlar. Anne rahminde büyüyen bebeğin doğumu ile de tamamlanır. Bu şekilde insanoğlunun alt soyları/zürriyetleri/nesilleri oluşur.
Durum böyle iken ayette bu zürriyetin insanların sırtlarından alınması nasıl açıklanabilir? Neden sırt özellikle işaret edilmiş olabilir?
Bilimsel bilgiden yoksun olan çevirmenler bu ‘min zuhûrihim’ geçişini “bellerinden” olarak çevirmektedirler. Ancak bu çeviri doğru değildir. Kelimenin anlamı sırtlarından/arkalarından olmalıdır. ‘ehaze’ kelimesi ‘aldı’ anlamındadır. Bu kelime bir şeyi bir yerden almak, oradan edinmek, oradan elde etmek anlamındadır. Modern embriyoloji bilimi göstermiştir ki insanların zürriyetleri gerçekten onların sırtlarından alınmaktadır. İnsanoğlunu zürriyetlerini oluşturacak olan erkek er bezleri (testisler) ve kadın yumurtalıkları insanın anne karnında ilk yaratılış evrelerinde sırt bölgesinde bulunmaktadır. Bu bölge omurga kemiğinin sırt bölgesi olan T10 torakal omurga kemiğinin hemen önüdür. İnsanın yaratılması evresinde Yüce Allah bu organları buradan alır ve aşağıya ve öne doğru kasıklara doğru indirir. Kadınlarda indirme işlemi kasıklarda son bulur. Ancak erkeklerde indirme işlemi daha da aşağıya doğru er bezleri torbaları olan skrotuma kadar devam eder.
Aşağıdaki resimde bir insan cenininde er bezleri (testisler) ve yumurtalıkların tam olarak sırt bölgesinde olduğu görülüyor. Zürriyetleri oluşturacak olan bu organlar sırt bölgesinden alınır ve kadınlarda kasık bölgesine, erkeklerde ise er bezi torbasına getirilir.
Aşağıdaki resimde de bir erkek ceninin anne karnında yaratılma sürecinde er bezlerinin ilk yerleşiminin böbrek bölgesinde olduğu görülür. Böbrekler sırtın tam orta bölgesinde, vücuda göre arka kısımda bulunmaktadır. Yüce Allah ayette belirttiği gibi ileride zürriyetleri oluşturacak olan er bezlerini sırt bölgesinden alıyor ve aşağıya indiriyor. Er bezleri torbasına.
Başka bir gösterim;
Yüce Allah başka bir ayet grubunda bu zürriyetin bel kemiği/omurga ve göğüs kemikleri arasından çıktığını bildiriyor. Tam olarak sırt bölgesinden.
“ve tanık yaptı onları nefisleri üzerine; ”Değil miyim Rabbiniz?”; dediler: “Evet; tanık olduk.”
Yüce Allah insanoğlunu yeryüzünde nasıl çoğalttığını bizlere bildirdikten sonra başka bir konuyu bize bildiriyor. Bu geçişte insanoğlunun Rablerine tanık olması süreci işaret ediliyor. Yaratılmış olan tüm insanların bu süreci yaşadığını anlıyoruz. Bu tanık olma sürecinin var olma nedeninin insanların bahane üretememesi için olduğu ortadadır.
Bu tanık olma süreci aslında bir antlaşmadır. Rablerine tanık olan, O’nun tek Rab olduğuna tanık olan, şahit olan insanlar Rableri ile bir antlaşma yapmıştır. Rablerine tanık olup O’na söz vermişlerdir. Bu antlaşmanın en önemli maddesinin tevhid inancına yani tek tanrı inancına sahip olmak gerektiği olduğunu anlıyoruz. Antlaşmanın ilk maddesinin Yüce Allah’a şirk koşmamak, Yüce Allah’a ortak koşmamak olduğunu anlıyoruz.
Bu antlaşma niçin yapılmıştır?
Kuran’a baktığımıza insanların bir samimiyet sınavına tabi tutulacağı anlaşılıyor.
Yüce Allah aşağıdaki 10:14 ayetinde şu şekilde buyurmaktadır;
Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet Arapça okunuş Meal |
1376|10|14|ثُمَّ جَعَلْنَٰكُمْ خَلَٰٓئِفَ فِى ٱلْأَرْضِ مِنۢ بَعْدِهِمْ لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzura keyfe ta’melûne. Sonra yaptık sizi halifeler yeryüzüne onların ardından; görmemiz için nasıl yaparsınız. |
Yüce Allah’ın yapacağı bu samimiyet sınavını insan haricinde başka varlıklara da sunduğunu/önerdiğini anlıyoruz.
Yüce Allah aşağıdaki 33:72 ayetinde şu şekilde buyurmaktadır;
Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet Arapça okunuş Meal |
3603|33|72|إِنَّا عَرَضْنَا ٱلْأَمَانَةَ عَلَى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱلْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا ٱلْإِنسَٰنُ إِنَّهُۥ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insânu, innehu kâne zalûmen cehûlen. Doğrusu biz sunduk/önerdik emaneti göklere ve yere ve dağlara; öyle ki reddettiler yüklenmeyi onu; ve korktular/çekindiler ondan; ve yüklendi onu insan; doğrusu o oldu zalim, cahil. |
Görüldüğü gibi bu samimiyet sınavını yüklenmeyi insanoğlu kabul ediliyor. Yüce Allah insanoğlunu zalim ve cahil olarak tanımlıyor. Mutlaktır ki öyledir. İnsan cahil ve zalimdir. Bu nedenle bu samimiyet sınavını kendisine çok güvenerek kabul etmiş olmalı.
Samimiyet sınavını kabul eden insan ile sınavın gerektirdiği antlaşma yapılıyor. Bu antlaşmanın en önemli maddesi Yüce Allah’a şirk koşmamaktır.
Kuran ayetlerinden anladığımıza göre Yüce Allah samimiyet sınavının tüm sürecini ve sonucunu elbette yaratıcı olması ve her şeyi bilmesi ile biliyor. Ancak insanoğlu bu sınavın nasıl gerçekleştiğini, sonucun nasıl olduğunu henüz bilmiyor. İnsanoğlunun ikna olması için tabiri caiz ise sınav sürecinin bir simülasyonu hazırlanıyor. Bu simülasyonun amacı insanın kendi sınav performansına bizzat kendisinin tanık olmasıdır. Yoksa Yüce Allah zaten tüm süreci ve sonucunu ilmi ile bilmektedir. Simülasyonun tüm bilgileri Levh-i Mahfuz olarak isimlendirilen 2 boyutlu bir zara yükleniyor. Bu zar evrenin büyük patlamadaki ilk saniyelerinden evrenin yok oluşuna kadar tüm kuantum bilgilerini içerir. Kısacası Levh-i Mahfuz geçmiş gelecek her şeyin kayıtlı olduğu bir bilgi deposudur. Bu bilgi deposundan alınan bilgiler ruh aracılığı ile yansıtılır ve 3D yazıcı gibi evren canlanır. Her sicim, her atom altı parçacık, her atom nerede ne yapacağı bilgisini bu bilgi içeren zardan alır.
Levh-i mahfûz nedir? Korunan bir levha
“dersiniz diye kıyamet/diriliş günü; “Doğrusu biz bunun hakkında gâfil/habersiz idik.”
İnsanoğlu bu yükü yüklenmekle gerçekten cahillik etmiş ve zalim olduğunu göstermiştir. Çünkü Kuran’dan anladığımıza göre insanların çoğunluğu bu sınavı kaybetmiştir. Diriliş günü/kıyamet günü hiçbir şekilde mazeret bildiremeyecektir. Çünkü diriliş günü/kıyamet günü Yüce Allah ile yaptığı antlaşmayı tam olarak hatırlayacaktır. “Doğrusu biz bunun hakkında gâfil/habersiz idik.” diyemeyecektir. Çünkü kendisi tanıktır ki antlaşmaya uymayı kabul etmiştir. Sınavı geçemez ise başına gelecekleri kabul etmiştir.
“Ya da dersiniz: “Doğrusu ortak koştu babalarımız daha önceden ve biz olduk bir zürriyet/bir nesil onlardan sonra; öyleyse helak mı edersin bizleri iptal edenlerin/feshedenlerin yaptığından?””
Bu ayette çok büyük bir işaret var. O da ‘mubtilûne’ kelimesidir. Bu kelimenin anlamı bir şeyi iptal etmek, feshetmektir. Bu ayette 2 grup insan işaret ediliyor. 1. grup insan Yüce Allah ile yaptıkları antlaşmalara uymayan, onu iptal eden, antlaşmayı fesheden kimselerdir. Bu kimselerin ortak koştukları anlaşılır. Yüce Allah’a ortak koştukları için antlaşmayı feshetmiş olmaktadırlar. 2. grup insan da 1. grup insanların zürriyetidir. Yani evlatlarıdır, nesilleridir. Bu kimseler diriliş günü şunu diyebilirlerdi: “Biz babalarımızı ortak koşar bulduk. Biz de onların zürriyetleriyiz. Bu nedenle onlardan gördüğümüzü yaptık ve biz de ortak koştuk. Bilmiyorduk. Onlar antlaşmalarını iptal etmişler meğerse. Biz haberdar değildik bu antlaşmadan. Haberimiz olsaydı bu antlaşmayı feshedenlerden olmazdık.” Ancak böyle bir söylem asla söyleyemezler. Çünkü kendileri de antlaşmaya tanık olmuşlardır, Rablerine tanık olmuşlardır. Rablerine söz vermişlerdir.
Bize düşen görev Rabbimize verdiğimiz sözü hatırlamaktır. O'nunla yaptığımız antlaşmayı hatırlamaktır. Kutsal kitaplar tam olarak bunun için indirilmiştir. Kuran bunun tam olarak da bunun için indirilmiştir. Kuran bir zikirdir. Bir hatırlatmadır. Bizlere Yüce Allah ile yaptığımız antlaşmayı hatırlatır. Bize düşen göre sadece Kuran diyerek Yüce Allah ile olan antlaşmamıza uymaktır. Hadis kitapları ile O'na şirk koşmak değildir.