Mustafa Kılavuzoğlu Lozan, Eylül 2020

Corona pandemi süreci 2020 Haziran-Eylül döneminde bir taraftan amatör şekilde kozmoloji ve teorik fizik alanındaki gelişmeleri takip ederken, aynı anda Kuran’ı tekrar gözden geçirerek henüz anlaşılamamış olan ayetlerle birlikte üzerinde mutabık kalınamamış, toplumları bölen hatta teröre sebebiyet veren yanlış uygulamalar ile ilgili ayetlerine odaklanıp bazı notlar aldım. Mucize ve olağanüstü hatıraların nakledildiği en ilginç ve dikkat çeken surelerin başında gelen Kehf suresiyle ilgili notlarımı alıyorken, bunları paylaşmak ve aktarmak isteği baş gösterdi ve buna karşı koyamayıp yazmaya başladım. image001

Kuran’da 18. sırada yer alan Kehf suresi Yüce Allah’ın bazı mucizelerini nakletmek üzere, bunları ilim, güç, mülk, hikmet, sebep vermiş olduğu insanların, dünya dışı ırkların ve meleklerin yaşamlarından kesitlerle örneklemektedir. Peygamberlere verilen mucizeler Kuran’da ayrı ayrı anlatılmışlardır.  O yüzden bu surede aktarılan ayetlerin hiç birisi krallara veya sadece peygamberlere ait değildir. image002

Örneğin Musa peygamberden bahsedilen ayetlerde, Musa peygamber değil onun buluştuğu ve kendisine hikmet verilmiş olan bir kul anlatılmaktadır ve bu şahıs, okuyunca açıkça görüldüğü gibi Hz. Musa’dan çok daha üstün bir seviyededir. Öncesinde bir Peygamber de olabilir fakat aktarılan olay esnasında artık dünyadan daha yüce bir seviyeye alınmış, sonsuzluk alemine yükselmiştir.   Zülkarneyn konusunda da ihtiyacı olacak her konuda kendisine hikmet, ilim ve sebep (vasıta, araç) sağlanmış olmasının yanında Yüce Allah tarafından ona kavimlere dilediğini yapması payesi de verildiğine ve onun en doğrusunu yapacağına dair güveninin nedenine odaklanmalıyız. Hiçbir kralın veya peygamberin ne her türlü “sebep”i, gücü ne de “en doğrusunu yapabilme” payesi olmadığını hatırlayarak ve aklımızda tutarak değerlendirmek gerekiyor.

Sizlere, şimdiye dek doğrusu tam olarak anlaşılamamış ve üzerinde en çok tartışıldığı halde en az bilinen -hatta doğrusu ve image003gerçeği henüz bilinmeyen- Kehf suresindeki insan aklının almayacağı olayların sadece bazılarını değil, sanırım bir ilk olarak tamamını; Ye’cüc Me’cûc ve Zülkarneyn ile nelerin, kimlerin kastedilmiş olacağını Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim diye adlandırılan grupların kimler olduklarını, Hz Musa’nın ilim verilmiş kul ile nasıl buluştuğunu ve hatta hem o kulun, hem de öldürdüğü gencin kim olduklarını açıklayacağım.image004

Öncelikle ve özellikle belirtmek isterim ki, medyaya yansıdığı kadarı dışında ne hadis, menkıbe türünden bilgim vardır ne de Kuran dışında herhangi bir dini bilgi kaynağım. İslam tarihini de normal okullarda okutulduğu kadarıyla bilirim ve çok önemli birkaç olay dışında çoğunu unutmuş olduğum da aşikardır. O yüzden Kuran’ı neredeyse hiçbir etki altında kalmaksızın tamamen önyargısız okuyup anlamaya çalıştığımı, hatta buna dikkatle özen gösterdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Fantastik ve bilim kurgusal konulara ilgim olsa da bu masalsı tarih ve destanların gerçeği anlamaktaki etkisine kapalı bir yapım vardır.

Herhangi bir önyargıya yol açmamaları adına, bu suredeki ayetlerle ilgili olarak başkalarının ne tür çıkarımlar yaptıklarına da hiç bakmadım. Yazmak ihtiyacını hissettiğimde, sureyi daha dikkatlice okudukça notlarımı bilim ışığında pekiştirdim ve ancak bunu yaptıktan sonra, açıklanmış olanı tekrar etmemek adına acaba başkaları benim bulgularımı önceden fark etmişler midir diye görmek niyetiyle internette kısa bir araştırma yaptım. image005

Gördüğüm kadarıyla, karadelik benzetmesi ve onların da sadece bir tanesi dışında ve zaten aşikâr olan konular hariç, hiç kimse bu mucizevi ayetlerin yüzde birini image006dahi doğru anlayamamış. Üzüleyim mi, sevineyim mi, bilemedim.

Ne yazıktır ki, özellikle Zülkarneyn konusunu kesin bildiğini zannedip yanlış bilenler ve yine de “doğru bilgiye sahip olduklarına içten inananlar” bulunmaktaymış. Ye’cüc ve Me’cûc için de durum pek farklı değilmiş. Diğerlerini zaten hiç kimse anlayamamış ve yorumlayamamış. Maalesef, bilmeyen ile zaten tartışılmaz, yanlış bilenle ise bir ilim ve bilgiye dayanmaksızın görüşünde inat ettiği sürece anlaşmak mümkün olmaz.

Buraya özellikle serpiştirdiğim ve sanki birbirinden alakasızmış gibi görünen resimlerin ayetlerde ne ifade ettiklerinin de yazı boyunca çok net bir şekilde anlaşılacağını umuyor ve inanıyorum.

Kuran bir taraftan dünya hayatıyla alakalı bilgileri verirken aynı zamanda ve aynı ayetlerde iç içe geçmiş bilgiler olarak kâinatın yaratılışını da anlatmaktadır: image007

Zümer 12. Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. İşte bu sebepledir ki bize dünya hayatında çok sıradan gelebilecek bazı konuların ardından sıkça “bunda aklını işleten, ilimde ilerlemiş toplumlar için mucizeler vardır” deniyor. Bunun sebebi, dünya ve içindekileri anlatan kelime ve ifadelerin aynı anda evrenin yapısını ve yaratılışını da anlatmasındandır.

Ayetler açıklandıkça bu türden ikili anlatımların ikincilerini ve bilimsel karşılıkları ile gerçek mucizeleri de bulacaksınız fakat bunların derin bilimsel detayına girmeksizin sadece bu ayetlerde geçtiği kadarıyla sınırlı tutmaya çalışacağım. Yazdıklarımı okurken bunların doğruluğu üniversite veya bilim kuruluşlarının internet sitelerinden kolaylıkla teyit edebileceği için referans verilmesi bile gereksiz kalıyor.image008

Açıklayacağım haliyle ilk defa okuyacağınızı düşündüğüm bu olağanüstü mucizeler benim şahsi algılarımdır ve en doğrusunu sadece Yaradan bilir. Kuran’da yazılmış olan her cümlenin hatta her kelimenin bir hükmü ve gerekçesi vardır, amaçsız kullanılmamışlardır ve özellikle bu surede örtülü bir şekilde bir öğüt, ilim ve bizim için mucize sayılabilecek olağanüstü konular analoji yoluyla ve ikame kelimelerle en güzel biçimde anlatılmakta, tevriye sanatı göklere çıkmaktadır. Kuran’da hiçbir kelime kesinlikle işlevsiz değildir, evrendeki veya insandaki bir gerçeğe işaret eder. image009

Ali-İmran suresi 66. ayette “Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışanlarsınız. Ama bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz” denmektedir. O yüzden burada yazdıklarımın Kuran’da geçen ifadelerin bilimsel olarak tamamen kanıtlanmış karşılıklarını ortaya koyduğunu, “kanıtlanmış bilgi” olduklarını da belirtmek isterim.image010

Ortaya koyacaklarımın tamamı Kuran’ın içerisinde ve sürekli işaret ettiği gibi “gören gözler ve aklını kullanıp düşünen ilim sahipleri” için hiçbir tarih bilgisine ve nakledilmiş söze, Hadis’e, menkıbeye ihtiyaç duyulmaksızın yeterince açıklanmışlardır. Tek ihtiyacımız iyi niyetli bir insan olmanın yanında bilim, zekâ ve Kuran’dır.

Şüphesiz ki biz, bilen bir topluluk için ayetlerimizi detaylı olarak açıkladık. (Enam 97) Andolsun ki, öğüt almaları için, bu Kur’ân’da insanlara her türlü örneği verdik. (Zümer 27). Yemin olsun! Biz bu Kur’an’da, insanların anlamaları için, her türlü örneği ayrıntılı bir biçimde verdik. (İsra 89) Biz Kitapta/Kur’an’da hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (Enam 38)  

Yukarıdaki ayetler ve birçok benzerleri ışığında, Kehf suresinde aktarılan olağanüstü olayların bir taraftan bilimsel karşılıklarını ortaya koyarken, bir taraftan da bunların açılımlarının da yine Kuran içinde zaten bulunduğunu göstereceğim. cicek 1

Resimlerin arasında en alakasız, en masum ve en ilginç duranı belki de yandaki “sevimli çiçek” olmalı! 

image012Her şeyin en doğrusunu sadece Yüce Allah bilir. 

Yazının uzun olması nedeniyle 3 bölüm olarak ayrı ayrı sunuyoruz. İkinci bölüm Hz Musa ve Hz Hızır bağlantısı:

Kehf suresi: Hz. Hızır (Hz. İdris) ve Hz. Musa’nın anıları

Üçüncü bölüm;

Zulkarneyn ile Yecüc ve Mecüc

Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim

Surenin tamamı yazının sonunda kopyalanmış olup, şaşkınlık yaratacak derecede olağanüstü olayların aktarımı 9. ayet ile başlıyor ve mağarada 300 sene uyutulmuş olanların sadece tek şaşılacak iş olmadığını ve bunun benzeri pek çok mucizevi olayların geçtiği açıklanıyor. Ashab-ı Kehf, Yüce Allah’a inanıp doğru yolu bulmuş olan ancak yanlış yola sapmış olan kendi kavimlerine karşı geldikleri için öldürülmek korkusuyla onlardan kaçıp mağaraya sığınan gençleri ifade ediyor, kısaca “mağara arkadaşları”.

9. Yoksa sen Kehf ve Rakim ashabının bizim şaşılacak ayetlerimizden olduklarını mı sandın?  (Meal yazarının notu: Kehf başta da belirtildiği gibi mağara demektir. Ashabı Kehf ise mağara arkadaşları anlamına gelir. Rakim`in ne olduğu konusunda farklı açıklamalarda bulunulmuştur. En yaygın açıklamaya göre Rakim "kitabe" demektir. Bu açıklamaya göre: "Kehf ve Rakim Ashabı" denilirken "adları bir kitabeye yazılı mağara arkadaşları" anlamı kastedilir. Dolayısıyla bu açıklamaya göre "Kehf ve Rakim Ashabı" denilirken kastedilenler aynı kişilerdir. Bazı tefsirlere göre ise Kehf Ashabı ile Rakim Ashabı birbirlerinden ayrı kişilerdir)

Mealdeki not kısmının tamamı, açıkça görüldüğü üzere herhangi bir mantığa oturtulmamış sadece “Zan’dan ibaret açıklamalardan oluşuyor. Elbette ki ben de olayları belli bir kurgu içinde açıklayacağım, tek farkı bu kurguların tamamen bilimsel dayanağa sahip olmaları ve akla uygun yorumlamasıdır.

16.  "Madem ki onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldınız, mağaraya sığının ki Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin ve işinizde kolaylık hazırlasın."           

 Görülüyor ki bu daveti yapanlar da Rab ’be inanmışlar ve Yüce Allah’ın mağarada onlara (gençlere) rahmetiyle yardımcı olacağını da zaten biliyorlar. Oysa gençlerin kavminde -ve büyük ihtimalle yakın komşu illerde- kendilerinden başkası Allah’ı inkâr ediyorlardı, yani Ashab-ı Rakim grubu onların kavminden veya tanıdıkları kimseler değillerdi. Sıradan insanların bu türden ifadeler kullanması pek mümkün olamaz. Beraber çalışan insanlara “mesai arkadaşı” denmesinden farksız olarak Rakim Ashabı ise yukarıdaki kelimenin sözlük karşılıklarına ilaveten, ayetleri açıkladıkça görüp anlayacağız ki çok farklı bir şekilde “mesai arkadaşlarıdır”.

Ayette geçen “rahmet” kelimesini neden kalınlaştırdığımı aşağıda anlayacağız, ardından da “mağaraya sığının” ifadesini kalınlaştırmış olmamızın da bir anlamı olduğunu göreceğiz çünkü mucizevi nitelikleriyle Kuran’daki her ifade bir amaca hizmet ediyor.

Bu ayet ile alakalı olduğunu tespit ettiğimiz iki farklı suredeki ayetlere bakalım:

Büruc 17. Geldi mi sana orduların haberi 18. Yani Firavun ve Semud’un.

 Burada Hz. Musa ve Hz. Salih’e atıf yapılmaktadır çünkü Hz. Musa Firavun’u ve Hz. Salih ise Semud halkını uyarmak ve Yüce Allah’a ibadete çağırmak üzere gönderilmiş peygamberlerdir. Bu ikisinin de ordulardan kaçmakta olduğu ortak bir özellik olarak aynı ayet içinde teyit ediliyor.

image020

Hud 66. Emrimiz gelince, Salih’i ve onunla birlikte iman edenleri “bizden bir rahmetle” kurtardık.

Kralın ordusundan kaçmakta olan Hz. Salih te aynı Firavun’un ordusundan kaçan Hz. Musa gibi mucizevi şekilde Yüce Allah’ın rahmetiyle kurtarılmışlardır. Onları kovalayan ordular ise Yüce Allah tarafından helak edilmişlerdir.

Şimdi Büruc ve Hud surelerindeki bu aktarımları Kehf suresiyle birleştirmemiz gerekiyor. Kehf suresinde hem Hz. Musa ile alakalı bir başka mucizevi olayı hem de Hz. Salih’in nasıl mucizevi bir şekilde kurtarıldığı anlatılmaktadır. O yüzdendir ki Büruc suresinde her ikisi birden “ordulardan kaçan peygamberler” olmaları sebebiyle birlikte anılmaktadırlar. Hz. Salih ve arkadaşları, kralın ordusundan kaçarken bir mağaraya sığınmışlardır. Kehf suresi 16. Ayet ile Hud suresi 66. Ayette bahsi geçen “Rahmet” aynı ve bir olabilir.

Kuran’daki ayetlere göre Yüce Allah rahmetiyle başka peygamberleri de kurtarmış olduğu için, bu surede peşindekilerden kaçarak mağaraya sığınmış olanın Hz. Salih yerine bir başka peygamberin de alabileceği ihtimali iddia edilebilir fakat Kuran’da ordulardan kaçan sadece iki peygamberin, hem de aynı ayette anılıyor olması ve ayrıca Hz. Musa’nın nasıl kurtarıldığı zaten uzunca açıklanmış olduğundan dolayı geriye güçlü ihtimal olarak Hz. Salih’i bırakıyor. Tarihlerden emin olmadığımız için, bunlar sadece Kuran’a baktığımızda kurduğum ilişkilerdir.

Nihayet, Ashab-ı Kehf’in, yani mağaradaki ilk grubun muhtemelen Hz. Salih ve onunla birlikte iman etmiş olan bir grubu anlattığını söyleyebiliriz. Bu olayın ortaya çıkıp ta Hristiyanlar arasında bir efsaneye dönüşmüş olmasını ise, mağaraya girişin Hz. İsa’dan önce, çıkışlarının da Hristiyanlık kabul edildikten sonra vuku bulduğu ihtimalini destekleyebilir.

12. Sonra iki gruptan hangisinin bekledikleri süreyi iyi hesap ettiğini ortaya çıkarmak için onları uyandırdık.    

Açıkça anlaşılıyor ki gençlere mağaraya girmesini önerenler de gençlerle beraber mağaraya girmişler ve uyutulmuşlardır. İki gruptan bahis, biri kavimlerinden kaçan genç adamlar, diğeri mağaraya davet eden grup olup, uyandırıldıklarında uyudukları süreyi tahmin edip edemeyecekleri sınanıyor. Bunu daha farklı anlayıp ta “iki grup ta aynıdır” iddiasının ortaya atılmış olması bile çok gariptir. Burada ayrıca açıkça görülüyor ki, her iki grup da mağarada “bekletilmişlerdir”. Fakat buna rağmen bazıları kanıtsız şekilde hayalleriyle “zaman yolculuğu” yaptıklarını da iddia ederler. Halbuki sure içinde Yüce Allah “onlar mağarada 300 sene kaldılar” diye bilgi veriyor zaten.

25. Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.image021

Böylesine açık ve net bir ayet zaten yazılmış iken tersini iddia etmek mantığa da inanca da aykırı düşer. Ardından “9 da eklediler” ifadesi ise, bu kavmin seneyi ay hesabıyla tuttuklarını açıklıyor, çünkü miladi 300 yıl karşılığı hicri 309 yıldır ve çünkü Yüce Allah katında yılların sayısı, İsra 12. ayetle sabit olduğu şekilde miladi takvim gibi güneş hesabıyla tutulur. Miladi 300 yılın karşılığı da kameri 309 yıl ediyor.

“İsra 12. Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.”

 Elbette ki gece ile gündüz Dünyanın kendi etrafında dönmesi neticesinde Güneş ışığına bağlı oluşur ve Ay ile hiçbir ilgisi yoktur. Bunu anlamak için daha fazla veya bilimsel bir açıklamaya gerek duyulacağını zannetmiyoruz.

18. Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçardın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.

Burada açıklanan “uyanık gibi olup uykuda olmaları, sağ tarafa ve sol tarafa çevirme”nin ne olduğu ve ne maksatla söylendiği ve ayrıca neden durumlarını görene korku vereceği aşağıda 11. ve 17. Ayetlerin açıklanmasıyla birlikte çok net anlaşılacaktır.

17. Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir veli asla bulamazsın.image022

  Ayette bahsedilen güneş ışığı olsa idi, güneş ışığının sabah mağaranın sağına, akşam ise soluna vurması herhangi bir mucizevi durum arz etmezdi. Fakat güneşin ışığından değil, doğrudan güneşin kendisinin hareketinden bahsedilmektedir Dünyamızda güneş sağa doğru doğuyorsa, yine sağa doğru batmak zorundadır; sol tarafa doğru makaslayıp geçemez. Dünyamızda güneş kuzey yarım kürede sağa doğru doğar ve sağa doğru batar. Resimde görülen “North” kuzey tarafı gösteriyor ve o tarafta olan bir insan için güneşin sağa doğru doğup, yine sağa doğru battığı açıkça görülüyor.

Ayette tarif edilen güneşin sağa doğru doğması ve sonra sola doğru batması kim nasıl açıklamaya çalışırsa çalışsın, bizim dünyamızda doğal olarak mümkün olmaz. Yukarıdaki 18. ayette belirtilen “gençlerin sağa sola döndürülmeleriyle” de tek başına alakası olamaz çünkü güneşin durumu uyuyanlara göre değil mağaraya nazaran açıklanmaktadır. Zaten Yüce Allah “bu Allah’ın mucizelerindendir” diye teyit ediyor ki, normal bir konu anlatılıyor olsa güneşin bu hareketi herhangi bir mucize de içermezdi. Yüce Allah dilediği şeyi dilediği anda dilediği yerde ortaya çıkarır, “ol” demesi kafidir. Bu yüzden eğer zaman yolculuğu yapılmış olsaydı, gençleri görenlerin onların durumundan korkuya kapılmaları gibi bir husus da söz konusu olmazdı, bir kapıdan girip diğer tarafta 300 yıl sonrasında çıkarlardı, hatta kapıya bile ihtiyaç olmazdı. Yüce Allah her şeye kadirdir, ol der ve o olur. Bunun kanıtını da az sonra surenin devamında, Hz. Musa ile ilgili başka bir hatırada göreceğiz zaten.image023

Şimdi tasvir edilen bu mekânın, en azından içinin, doğal bir mağara olmadığını, mağara görünümünde bir “sebep” yani Yüce Allah’ın bir rahmeti, ilahi bir vasıta olduğunu göreceğiz

 Güneşin mağaraya göre durumu için nakledilen olayın fizikken ve bilimsel olarak ancak tek açıklaması vardır: Dünya kendi etrafında dönerken, mağara gün boyu olduğu yerde dikey bir saatin ters yönünde sola dönmekte ve akşama kadar mağaranın sağı ve solu yer değiştirmektedir. Böylece güneş batarken artık mağaranın soluna doğru kaymaktadır. Güneşin mağarayı makaslayıp geçmesi tabiri de ancak bu duruma işaret edebilir. Mağara gece boyunca ise ters yönde yani sağa doğru dönmektedir ki güneşin doğuşu ve batışıyla ilgili aynı durum her gün tekrarlayabilsin. Resimdeki kurgusal cihaza girdiğinizi ve siz içindeyken, sizinle birlikte 180 derece saatin ters yönünde sola doğru döndüğünü düşünmeniz yeterli olur. Resimdeki gibi, cihazın sağı ve solu, sizin sağınız solunuz da yer değiştirecektir.

Esasen “mağara” diye tabir olunan da doğal bir mağara olmayıp Yüce Allah’ın sebeplerinden (ilahi araçlarından) biridir veya daha makul şekliyle bu rahmet/araç mağaranın içindeki boşlukta oluşturulmuştur ve gün boyu yaklaşık 180 derece sağa doğru dönerken gece boyunca da yaklaşık 180 derece sola doğru dönerek tam bir salınım gerçekleştiren, içinde yerçekimi manipülasyonu ile zamanın hızlandırılıp yavaşlatılabildiği ilahi bir araçtır. Bir önceki ayette vurgusu yapılan “sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz” ifadesi bu salınımı izah etmek içindir, yani sağa ve sola döndürülen sadece içindekiler değil, onları da kendisiyle beraber döndüren o ilahi araçtan başkası değildir.image024

image025Yerçekimi ve zaman birebir ilişkilidir. Farklı yerçekimi ortamlarında bulunan insanlar/ nesneler birbirlerine göre farklı yaşlanırlar. Böylece, bir oda içindeki yerçekimi ayarlandığında, içeride birkaç saat geçmiş iken, dünyada 300 sene geçmesi mümkündür ve kanıtlanmış bilimsel gerçeklerdir. Bu yüzden, dahi bilim adamı Albert Einstein’ın konuyla alakalı bir resmini eklememek olmazdı.

Zamanın geçiş hızıyla alakalı bu durum birbirlerine göre çok farklı hızlarda hareket eden nesneler için de böyledir fakat bunun belirgin şekilde hissedilebilir olması için hız farkının ışık hızına yakın olması gerekir. Işık hızına ulaşıldığında ise zamanın tamamen durduğu matematik olarak kanıtlanmış olsa da bunun fiziki temeli ortaya konamamıştır. Kozmoloji ve teorik fizikle de ilgilenirken, öyle sanıyorum ki Einstein’ın yanılgısını ve kavramsal olarak bunun temelini de bulmuş olabilirim.

“Mağara” ya geri dönelim. Muhtemelen bu “ilahi araç” görünmez durumdadır, aksi takdirde gençler kesinlikle korkarlardı ve mağaraya ve bu aracın içine girmeleri mümkün olmayabilirdi. Ayrıca kaçmakta oldukları kralın orduları da muhakkak ki mağarayı da gençleri de rahatlıkla bulurlardı. Fakat, bu ordunun Yüce Allah tarafından helak edilmiş olmasından dolayı, herhalde onları bulacak insanlar daha sonra oraya gelen başka insanlar olurdu. Gençler mağarada 300 sene kalmışlarken bu süre içinde mutlaka mağarayı gören, giren çıkan insanlar olabilir ve elbette içinde uyuyanları da görmüş olurlardı. Kesindir ki Yüce Allah’ın sebeplerini ancak O’nun izin verdikleri görebilir.image026

Esasen, hiçbir araç olması da gerekmiyor, Yüce Allah mağaranın içini doğrudan böyle bir ortama çevirmiş de olabilir. Bakara 159. Surede de image027100 yıl boyunca uyutulan bir kişiden söz edilir (Hz. Üzeyir olabilir deniyor) ve orada mağara veya başka bir oluşumdan da bahsedilmez. Açıkça bu da yüce Allah’ın dilediği her yerde böyle görünmez bir ortam yaratabileceğine ve O’nun gücünün yüceliğine işarettir.

Bu noktada, ikinci grup olan “Ashab-ı Rakim”in kimliklerini açıklamadan önce Hz. Yunus Peygamberi denizde yutanın da esasen herhangi bir balık (veya balina) olmadığını ve Yüce Allah’ın benzer bir “sebebi” (kapsül gibi) olduğunu belirtmezsem eksik kalır.

Saffat 143-144. ayetler ile “mümin, Allah’a tespih edenlerden olmasaydı, içten yakarmasaydı, kıyamete kadar balığın içinde kalırdı”

ifadesi ile bu tespit olunur. Zira hiçbir balık kıyamet gününe kadar kalamaz, sadece Yüce Allah’ın sebebi olan ilahi bir araç kalabilir. En büyük sanatkâr Yüce Allah kullandığı ikame kelimelerle tevriye sanatının da en güzelini yapandır. Bunları okuyup anlayabilmek ise tarif edilemeyecek büyük bir nimet. Nimet’ten bahsediyorken Hz. Yunus’a da yine Yüce Allah’ın bir nimeti, rahmeti sağlanmış olduğunu da biliyoruz:

Kalem Suresi, 49. ayet: Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda atılmış olacaktı

şimdi tekrar mağarada uyurken bıraktığımız mümin gençlere dönelim ve yukarıdaki 18. ayette değinilen “uyuyanların görenleri korkudan kaçıracak olan durumları”nı anlayalım: Gençler (ve diğer grup) ilahi aracın içinde yaşlanmadan zamanın yavaşlatılıp neredeyse dondurulduğu bir ortamda ve gözleri açıkmış gibi sabit duruyorlar. Mağara zannedilen araç sağa sola dönerken onlar da “boşluk”ta havada asılı gibi, bir sağ tarafa bir sol tarafa dönmekteler ve bu durumu gören biri için, hareketsiz şekilde, görünüşte uyanık gibi gözleri açık fakat uykudaymış gibi şuursuz havada asılı salınıp duran hayaletler gibidirler. Fakat bu hayalet görünüşün altında yatanın hepsi bu kadar da değil, aşağıda kendi gözlerimizle çok net göreceğiz.

Şimdi ele alacağımız ayette görüleceği gibi, aslında mağaranın içinde gerçek bir uykudan bahsedilmiyor, “kulaklarına vurulan ağırlık” nedeniyle gözleri bile açık iken uykudaymış gibi bilinçsiz -dondurulmuş, stasis durumda- bir hale geldikleri anlatılıyor.

11. Bunun üzerine birçok yıl boyunca mağarada onların kulakları üzerine ağırlık vurduk.

image028Bu ayet, kulak içindeki bir mekanizmanın denge ve sinir sistemi ile alakalı olduğunu da net olarak ortaya koymaktadır ve gerçekten de böyledir. İç kulak yapısındaki oluşumlar hem duymayı mümkün kılar hem de sıvıyla dolu kristalize yapıdaki labirent gibi kanallar yoluyla beyne ilettikleri sinyallerle kafamızın ne tarafa dönmekte olduğunu bilmemize olanak verirler. Üçüncü bir özellik ise, birbirine 90 derecelik dik açılarla oluşturulmuş bu kanallardan çıkan yedinci sinirin uyarıları, yüzümüzün hareketlerini belirlemektedir. Açıkça görülüyor ki, bu sistemlerin kapanmasıyla birlikte görünüş itibarı ile ruhsuz bir ifadeyle canlı gibi duran balmumu heykellere dönüşürler. Böylece, ilahi vasıta 180 derece sağa ve sola döndürülürken, bu dönmeyi de hissetmezler.

Demiştim ya, hepsi bu kadar da değil. Toplumda daha sıklıkla tek taraflı şekilde görüldüğü haliyle, yüzümüze giden sinirler sadece bir tarafta işlevsiz kaldığında, resimlerde görüldüğü gibi tek taraflı yüz felci meydana gelir ve buna “Hemifasiyal paralizi” denir. image030

Hepimizi kazadan, beladan ve hastalıklardan koruması temennisiyle, tüm hastalarımıza Yüce Allah’tan acil şifalar dilerim.

 Peki, “biz onların kulaklarına ağırlık vurduk” ibaresinin işaret ettiği gibi her iki kulak içinden geçen sinirler birden işlevsiz kalarak, iki taraflı yüz felci, yani bilateral fasiyal paralizi olursa nasıl bir yüz ifadesine image031bürüneceğini düşündünüz mü? Sizleri yormamak adına resimlerle gösterelim ki hiçbir şüpheye yer kalmasın.

Önce ayette ne yazdığını hatırlayalım: “Ve onları görseydin, onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.”

İşte, bilateral fasiyal paralizi sonrası resimleri… Nasıl, aynen ayette yazdığı gibi “görenin içine yeterince korku salar mı?” Evet, hem de benim için fazlasıyla. image032

 Taşlar öylesine bir uyum ve ahenkle yerlerine oturuyorlar ki, Yüce Allah’ın betimlemelerine hayran olmamak imkânsız. 

İyi de bu ayetler neden Kuran’da? Açıkçası, ben bu ayetlerin bize sebepsiz yere aktarıldıklarına inanmam. Mutlaka bir amacı vardır, bizim henüz bilemediğimiz.

Yüce Allah, insanlığın bu ayetlerdeki bilgilerden hareketle, ihtiyaç duyduğunda benzer araçlar yaparak bilim ve teknolojide ilerlemesine ve kurtuluşuna katkı vermek istemiş de olabilir. Örneğin, dünyamızda yaşamın imkânsız hale gelmesinden önce, yaşamımızı destekleyebilecek başka bir gezegene yapılacak yüzlerce yıllık bir yolculukta nasıl hayatta kalacağımız anlatılmıştır, ya da bir nükleer savaş sonrasında dünya uzun süre zehirli kaldığında veya dinozorları yok eden gibi bir meteor düşmesinin ardından, birkaç saatlik uykuyla, doğanın temizlendiği yüzlerce hatta binlerce yıl sonrasında “yeni bir Âdem” olarak uyanmak.

Ne bir araştırmacı ne de bir yazar olmadığım halde hatta din adamı veya bilim adamı bile değilken, Kehf suresinden algıladıklarımı neden yazmak istemiş ve yazmış olduğumu tam olarak bilemiyorum fakat surenin 17. ayetinde “Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur.” şeklinde bir atıf yapılmasının da boşuna olmadığına güveniyorum.

19. İşte durum böyleyken, onları hayata döndürdük; nihayet kendi aralarında (ne olup bittiğini) sormaya başladılar. İçlerinden birinin “Bu şekilde ne kadar kaldınız?” diye sorması üzerine, diğerleri “Bir gün ya da günün bir parçası kadar” diye cevap verdiler. (O anda söze giren) daha başkası ise şöyle dedi: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz çok daha iyi bilir. Şimdi (bunu bırakın) da içinizden birini şu gümüş paralarla şehre gönderin; bir bakıversin, yiyeceklerden en temiz ve uygunu hangisiyse, size rızık olarak onu getirsin; fakat çok hassas davransın ve sakın sizin varlığınızı kimseye sezdirmesin!

“Hayata döndürdük” ifadesi uyandırılmalarına ve sinir sistemlerinin normale döndüğüne işaret ediyor çünkü Kuran’da uyku esnasında da canımızın (yani bilincimizin) alındığı ve uyanınca tekrar yerine konduğu şeklinde bir açıklama da yine ayetle sabittir.  

Zümer 42. Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

Şimdi mağaradaki bu sohbetin kimler arasında geçtiğini de iyice anlayalım: Birinci grubun iman etmiş mümin gençler olduğunu zaten biliyoruz, onlardan birinin ise muhtemelen Hz. Salih’e işaret ettiğini de söylemiştik. Peki ya ikinci gruptakiler, Ashab-ı Rakim?image034

~ Ar rāḳim راقم [#rḳm fa.] sayı veya harf yazan <Ar raḳama رقم işaretledi, çizdi, yazdı → rakam. Tarihte En Eski Kaynak rāḳım "sayı veya yazı yazan, sayman, yazman" [Meninski, Thesaurus (1680)]. Sözlüklerde aradığımızda bunları görüyoruz ve bu açıklamalar ışığında Rakim için o mağaraya dikilen bir kitabedir diyenler de olmuştur. O zamana göre hayal güçleri o kadarına yetmiştir, o yüzden bunu normal kabul edelim.

Ayetlerde verilen diyaloglar dikkatlice okunduğunda, ikinci gruba ait yeterli bilgi verilmiş olduğunu da göreceğiz. O kadar açık ki bu işaretler, tek ihtiyacımız, anlatılan olayların sadece insanlarla ilgili olduğu düşüncesinden kurtulabilmek. Örneğin Sur’a üflemekten bahsedildiğinde, bunu bir insanın yapmayacağını biliyoruz ya, işte burada da o kadar aşikâr aslında; biraz dikkat biraz aklımızı kullanmak.image035

 Oysa onlar bu gençlerin sevap ve günahlarının hesabını tutan “yazıcı melekler”dir. “Hesap-kitap tutma ile görevli”, “Rakim” yani yazman, sayman olan mesai arkadaşları anlamındaki “Ashab-ı Rakim”dir, muhasebeden sorumlu mesai arkadaşları. Yazıcı melekler, gençleri onlara düşman kesilen ve öldürmek veya hak dinden vazgeçirmek adına ordusunu peşlerine takmış olan kendi kavminin kralının ordularından kurtarmak için Yüce Allah’ın emri ve izniyle insan şekline bürünerek onları mağaraya sığınmaya davet ediyorlar ki Yüce Allah onlara mucizeleriyle, “rahmetiyle” dilediği gibi yardımda bulunsun.

Sonuç olarak mağarada uyutulmuş olanlar, insanlar ve melekler olarak iki gruplardır. Gençler zor duruma düştüklerinde, yazıcı melekler Yüce Allah’ın emriyle insan suretinde onlara görünür olmuşlar ve onları Yüce Allah’ın mağara şeklinde gösterdiği bir sebep’e sığınmaya davet etmişlerdir. Büyük ihtimalle sadece bir gençten sorumlu olan insan suretinde iki melektirler. Gençlerin bu sırlardan elbette ki haberi yoktur. Ayetler olayların akış sırasına göre açıklanmaya devam edilince, bu mucizevi olaylara meleklerin de karışmış oldukları daha da kesin netlik kazanacak.

Tuhaf olan o ki; Ashab-ı Rakim’in kimliğini anlamak için bilimde veya teknolojide ilerlemiş olmak da gerekmiyor, o yüzden nasıl olup da 1400 yıl boyunca saklı kaldıklarını mantıksal olarak anlamam çok zor. Ancak Yüce Allah’ın dileği bu şekilde imiş, sual olunmaz.

Bu ayette “ne kadar kaldınız” diye soru soran yine yazıcı meleklerden biridir. Yüce Allah bunu sınamak istediğine göre bu talimatı bir insana vermiş olamaz; doğrudan bir meleğe emretmiştir ve o da sormuştur. Gençler süreyi bilemeyip cahilce cevaplayınca ve ayrıca melekler kendileri de bilmediği için fakat elbette her işi Yüce Allah’a atfettiklerinden dolayı gençleri “ne kadar kaldığınızın hesabını ancak Rabbiniz bilir” diye uyarıyor ve bilmedikleri konularda konuşmamalarını bu gençler vasıtasıyla tüm insanlığa tekrar iletmiş oluyor.

Ali İmran 66, … bilginiz olan şey üzerinde tartışanlarsınız. Ama bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız?

 Bilmedikleri halde sürekli konuşup tartışanlara da selam etmiş olalım. “Ayrıca para ile “siz kendiniz için yiyecek alın” diyor çünkü meleklerin yiyeceğe ihtiyacı yoktur, aynı Hz. İbrahim’e misafir olan meleklerin ikram edilen yemekten yemedikleri gibi.

Hud 69. Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjde getirdiler ve: «Selam (sana) » dediler. O da: «(Size de)selam» dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. 

Hud 70. Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (Biz melekleriz).  Lût kavmine gönderildik.

Dahası, melek olanlardan birisi gençlere “dikkat edin sizleri fark etmesinler” diyor, çünkü meleklerin bu kâinatta kendileri adına Yüce Allah’tan başka herhangi bir korkuları da yok ve olamaz, melekler sadece insan olan gençlere tedbirli olmalarını öğütlüyor.

20. Çünkü eğer onlar sizin varlığınızı öğrenirlerse ya sizi öldüresiye taşlarlar ya da sizi (zorla) kendi inançlarına döndürürler; o takdirde ise bir daha asla iflah olamazsınız.”

 “sizi öldürürler veya sizi kendi dinlerine döndürürler ve sonra asla iflah olmazsınız” diyen yine yazıcı meleklerden birisi ve bunu gençlere söylüyor. Çünkü melekler öldürülemeyeceği veya dinden döndürülemeyeceği için önceki ayette belirtildiği gibi kendileri adına hiçbir korkuları bulunmuyor. Zaten gençler fark edilseler bile, melekler yine görünmez hallerine dönerek hiçbir şekilde bulunamayacak ve fark edilmeyeceklerdir. Unutmayın ki melekbu ayetlerde sadece olağanüstü mucizeler anlatıldığı için, ikinci grubun normal insanlar olduklarını düşünmek surenin ruhuna da aykırılık teşkil edecektir. Aksi halde gençler mağarayı tesadüfen de bulup sığınırlardı ve ikinci bir gruptan bahsedilmezdi. Kuran’da bir kelime bile boşu boşuna yazılmamışken kim oldukları dahi açıklanmayan bir grubun birkaç ayette gereksiz yere anlatılması Kuran’a da uygun düşmezdi. Önemleri, neden onların da mağaraya girmiş oldukları ve mucizevi tarafı onların yazıcı melekler olmalarındandır. Elbette ki yazıcı meleklerin sorumlu oldukları insanları bırakmaları söz konusu olamazdı. 

Yüce Allah’ım, ayetlerinde sık sık tekrarladığı gibi derin düşünüp aklını işleten ilim sahipleri için hepsini yeterince açıklamış.

21. Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah'ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."

Bu ayette gençlerin durumuyla ilgili olarak 300 yıl sonra bilgilendirilmiş olan insanlar neden aralarında sadece mağara yaranlarını tartışıyorlar da “Ashab-ı Rakim’i” tartışmıyorlar diye şimdiye dek soran çıkmamış. Ben sorduğumda ise sorudan önce cevabını zaten bulmuş olduğumu görüyorum. Çünkü mesai arkadaşları olan yazıcı melekler mağaradaki görevlerinin bitmesinin ardından asıl işlerine, muhasebe mesailerine geri dönmüşler ve diğer insanlara görünmemişlerdir.

Bu noktada artık mağaraya sığınmış olan, stasis konumunda bir uykuda görenlerin içine korku dolduracak gençler ile onları mağaraya davet ederek hep birlikte 300 yıl uyutulmuş olanların kimlikleri hakkında yeterli bilgi edindiğimizi sanıyorum. Takip eden ayetlerdeki Hz. Musa’nın maceralarının Hz. İdris ve Hz. Lokman ile ilişkilerini de bir miktar ortaya koyduk ve buluşma yeri olan “iki denizin birleştiği yer” de bir ölçüde açığa çıktı.

Hem gençlerin sığındığı mağaranın hem de Hz. Musa’nın sığındığı kayanın, farklı iki ilahi araç olduklarına da benim açımdan şüphe kalmadı. Benim “araç” nitelemem Yüce Allah’ın boşlukta oluşturduğu görünmez bir ortamdır muhtemelen. Umarım açıklamalarım sizin için de yeterli olmuştur.

Şimdi aynı surede anlatılan Hz, Hızır (Hz. İdris) ile Hz. Musa’nın iki denizin birleştiği yerdeki anılarını irdeleyelim..

Ardından da Zülkarneyn ile Ye’cûc ve Me’cûc kimlerdir, iddia edildiği gibi Türkler midir Çinliler midir yoksa hiç ummadığımız birileri midir, ayrıca orada bahsedilen gizemli kavim tarihin hangi tozlu sayfasında saklanmaktadır, yeni bir sayfa açarak bunları bulmaya çalışalım

Sevgiler,

Mustafa Kılavuzoğlu Lozan, Eylül 2020

18/69 KEHF

1.

Hamt o Allah'a ki, kuluna Kitap'ı, kendisinde hiçbir eğiklik ve çelişme yapmaksızın indirdi.

2.

Katından dosdoğru gelen açık bir söz olarak indirdi onu. Ki, zorlu bir iş ve oluş konusunda uyarsın ve barışa yönelik hayırlı ameller sergileyen müminlere, kendileri için güzel bir ödül öngörüldüğünü muştulasın...

3.

Onlar, o hal üzere sonsuza dek kalıcıdırlar.

4.

Ve "Allah bir çocuk edindi" diyenleri uyarsın diye indirdi onu.

5.

Ona ilişkin ne kendilerinin bir ilmi vardır ne de atalarının. Söz olarak ne büyüktür ağızlarından çıkıveren! Onlar bir yalandan başka şey söylemiyorlar.

6.

Şimdi sen, bu söze inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.

7.

Biz, yeryüzündeki şeyleri ona bir süs yaptık ki, insanları, içlerinden hangisi amel yönünden daha güzeldir diye imtihan edelim.

8.

Ve şu da bir gerçek ki biz, yeryüzündeki her şeyi, bitki bitirmeyen/kıtlık ve ölüme yol açan kupkuru bir toprak haline elbette getireceğiz.

9.

Yoksa sen o Ashab-ı Kehf'i, mağara ve kitabe yâranını, bizim ayetlerimizden, hayrete düşüren bir tanesi mi sandın?

10.

Hani, o yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz, katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize."

11.

Bunun üzerine birçok yıl boyunca mağarada onların kulakları üzerine ağırlık vurduk.

12.

Sonra onları dirilttik ki, iki zümreden hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edebileceğini bilelim.

13.

Biz onların haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar, Rablerine iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini artırdık.

14.

Kalpleriyle aramızda bir bağ kurduk/kalplerini dayanıklı kıldık. Kalkıp şöyle dediler: "Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilaha yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz söylemiş oluruz."

15.

"Şunlar, şu kavmimiz O'ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir kanıt getirselerdi ya! Yalan düzerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir?!"

16.

"Madem ki onlardan ve Allah dışındaki taptıklarınızdan yüz çevirip kenara çekildiniz, hadi mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir nasip yaysın ve işinizde size kolaylık ve başarı sağlasın."

17.

Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir velî asla bulamazsın.

18.

Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçardın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.

19.

İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin."

20.

"Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi kendilerinin milletine döndürürler. O takdirde bir daha asla kurtulamazsınız."

21.

Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah'ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."

22.

"Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Şunu da diyecekler: "Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." Gaybı taşlamaktır/bilinmeyen şey hakkında atıp tutmaktır bu. Şöyle de derler: "Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir." De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan, çok azdır." O halde, onlar hakkında yüzeysel bir tartışma dışında hiçbir çekişmeye girme. Onlar hakkında, konuşup duranlardan hiç kimseye bir şey sorma.

23.

Hiçbir şey için, "Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım." deme.

24.

"Allah dilerse" şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de: "Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır."

25.

Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.

26.

De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların, O'ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez."

27.

Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. O'nun dışında bir sığınak/bir dayanak asla bulamazsın.

28.

Benliğini, sabah-akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbini bizim zikrimizden/Kur'anımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır.

29.

Ve de ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!

30.

İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.

31.

Bunlar için, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerine kurulacaklar. O ne güzel karşılık, o ne güzel dayanak!

32.

Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik.

33.

İki bağ da yemişlerini vermiş o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin ortasından bir de nehir fışkırtmışız.

34.

Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: "Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum."

35.

Ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."

36.

"Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim."

37.

Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Sen, seni topraktan, sonra meniden yaratıp sonra da bir adam olarak biçimlendiren kudrete nankörlük mü ettin?"

38.

"Lâkin, o Allah benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."

39.

"Bağına girdiğinde, 'Maşallah, kuvvet yalnız Allah'tandır!' desen olmaz mıydı? Gerçi sen beni, malca ve evlatça senden basit görüyorsun ama,

40.

Olabilir ki, Rabbim bana senin bağından daha değerlisini verir; seninkinin üzerine de gökten bir afet gönderir de bağlığın yalçın bir toprak kesilir."

41.

Yahut suyu dibe çekilir de bir daha onu isteyemezsin bile."

42.

Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: "Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!"

43.

Allah dışında kendisine yardım edecek bir topluluğu da çıkmadı. Kendi kendini de kurtaramadı.

44.

İşte böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah'tandır. O, karşılık verme bakımından da hayırlıdır, iş sonuçlandırma bakımından da hayırlıdır.

45.

Dünya hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: "O suyu gökten indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgârların savurup döllediği parçacıklara dönüştü. Allah her şey üzerinde Muktedir'dir, gücü her şeye yeter.

46.

Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.

47.

Gün olur, dağları yürütürüz de yeryüzünü çırılçıplak görürsün. İnsanları huzurumuzda toplamış, içlerinden hiçbirisini hesap dışı bırakmamışızdır.

48.

Hepsi, saflar halinde Rabbine arz edilmiştir. Yemin olsun, sizi ilk kez yarattığımız gibi yine bize geldiniz. Ama siz, sizin için hesabın görüleceği bir zaman belirlemeyeceğimizi sanmıştınız.

49.

Kitap ortaya konulmuştur. Günahkârların, onun içindekilerden korkup ürpererek şöyle dediklerini görürsün: "Vay başımıza! Ne biçim kitap bu! Ne küçük bırakmış ne büyük. Hepsini sayıp dökmüş!" Yapıp ettiklerini hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmiyor.

50.

Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!

51.

Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.

52.

Bir gün Allah şöyle diyecektir: "O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı çağırın!" Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.

53.

Suçlular, ateşi gördüler de onun içine düşeceklerini anladılar; fakat ondan kaçıp kurtulmaya bir yol bulamadılar.

54.

Yemin olsun, biz, bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.

55.

Kendilerine hidayet geldikten sonra, insanları iman etmekten, Rablerinden af dilemekten alıkoyan şey şundan başkası değildir: Evvelkilerin yol ve yöntemlerinin kendilerine de gelmesini yahut bizzat azabın karşılarına dikilivermesini beklemek.

56.

Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise bâtıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.

57.

Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.

58.

O affedici, o rahmet sahibi Rabbin, onları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, kendileri için azabı mutlaka çabuklaştırırdı. Böyle olmamıştır, ama onlar için, hiçbir kaçıp kurtulma imkânı bulamayacakları bir hesap sorma zamanı öngörülmüştür.

59.

İşte sana bir yığın kent/medeniyet. Zulme saptıklarında onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.

60.

Bir zaman Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."

61.

Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.

62.

Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."

63.

Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acayip bir biçimde yolunu tuttu."

64.

Mûsa: "Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini sürerek gerisingeri döndüler.

65.

Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.

66.

Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tâbi olayım mı?"

67.

Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın."

68.

"Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"

69.

Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim."

70.

Dedi: "Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"

71.

İkisi birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!"

72.

Dedi: "Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!"

73.

Mûsa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma."

74.

Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rast geldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş yaptın!"

75.

Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın."

76.

Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın."

77.

Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi.

78.

Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana, tahammül edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."

79.

"Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu."

80.

"Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."

81.

"Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin."

82.

"Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü budur."

83.

Sana Zülkarneyn'den de sorarlar: De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."

84.

Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.

85.

O da bir sebebi izledi.

86.

Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."

87.

Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek, O da onu görülmedik bir azaba çeker."

88.

"İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz."

89.

Sonra bir sebebi daha izledi.

90.

Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.

91.

İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.

92.

Sonra yine bir sebebi izledi.

93.

Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.

94.

Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"

95.

Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."

96.

"Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.

97.

Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.

98.

Dedi: "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."

99.

O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.

100.

O gün, cehennemi, inkârcılara öyle bir sunmuşuzdur ki!

101.

Onlar, gözleri benim zikrim/Kur’an’ım karşısında perde içinde olan insanlardı. Dinlemeye dayanamıyorlardı.

102.

Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık.

103.

De ki: "Amelleri bakımından hüsrana en çok batanları size haber vereyim mi?"

104.

O kimselerdir ki, dünya hayatındaki çabaları boşa gitmiştir de onlar sanayileşmeyi/işi hâlâ güzel yaptıklarını sanırlar.

105.

Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmişler de bütün amelleri boşa çıkmıştır. Bu yüzden kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/onlara hiçbir değer vermeyiz.

106.

İşte böyle! Cezaları cehennemdir. Çünkü nankörlük ettiler; ayetlerimi ve resullerimi eğlence aracı yaptılar.

107.

İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır.

108.

Sürekli kalacaklardır orada. Çıkmak istemeyeceklerdir oradan.

109.

De ki: "Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce deniz mutlaka biter. Bir o kadarını daha getirsek de yetmez."

110.

De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak, tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyediliyor. O halde, Rabbine kavuşmayı uman, hayra ve barışa yönelik iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi O'na ortak koşmasın."